Kalp kırıklığının kesinlikle mümkün olduğunun farkındaydım ama şahsen benim başıma geleceğini hiç düşünmemiştim. Geldi.
Daha küçük bir kızken bile romantizmle kafayı bozmuş durumdaydım. Okuduğum tüm kitaplar, izlediğim bütün filmler hatta gece yatmadan önce kurduğum düşler bile tamamen aşk ile ilgiliydi. Dolaylı yoldan edindiğim, ya da en azından edindiğimi düşündüğüm, bu deneyimlerden yola çıkarak kalp kırıklığının da en az aşk kadar yaygın bir durum olduğunu biliyordum. Eminim bir gün benim de bu şekilde yüreğim sızlayacaktı ve daha sonra buna sebep olan kişi gelip beni bu durumdan kurtaracaktı, her romantik-komedi filminde olduğu gibi.
On beş yaşındayken ilk defa gerçekten hoşlandığım biri oldu, aynı sınıftaydık ve arkadaşımdı. Aylarca ona takılı kaldım, bana o dönem tek dilek hakkı verilse kesinlikle gözümü bile kırpmadan onun üstünde kullanırdım. Bir şekilde ona bu hislerimi söyledim ve çıkmaya başladık. İlk date’in ortasında ondan gerçekten hoşlanmadığımı fark ettikten sonra eve gidip arkadaşımı aradım ve sinirden ağlamaya başladım. Evrenin en boktan first date’inden sonra ayrıldık ve bir daha konuşmadık. Sorun muhtemelen ikimizde de değildi, zamanlama ve yaşımız gereği birbirini takip eden saçmalıklar böyle bir sona yol açmıştı. Bunun farkında olabilecek kadar mantıklı bir insandım ve hala öyle olduğumu düşünmek istiyorum. Belki de değilimdir.
Ayrılığın kalbimi kıran bir şey olması gerektiğine daha öncesinden kendimi ikna etmiştim ama ilk ayrılığım beni hiç üzmemişti, hatta mutlu olduğumu bile söyleyebilirdim. Benim bu mutlu halim arkadaşlarım arasında dalga konusu oldu, uzun bir süre “Issız Adam” muamelesi bile gördüm. Tüm bunların espri olduğunu biliyordum ama her şakanın altında bir gerçek yatardı sonuçta. Ben bile bir an kalpsiz olabileceğime inanmıştım, sonuçta insanın bu kadar uzun süre aşık olduğu birinden ayrıldığında gram üzüntü duymaması biraz anormaldi.
Bütün bu yaşananlar kafamda yeni bir düşünceye yol açmıştı: Benim kalp kırıklığına karşı bağışıklığım var.
Bana gelen bu ani güç zehirlenmesi aşka olan bakış açımı tamamen değiştirdi. Küçükken severek izlediğim filmleri görmek midemi bulandırıyordu. Eskiden “Büyüyünce onun gibi olmak istiyorum.” dediğim karakterler şimdi bana acınası ve güçsüz geliyorlardı. Nasıl bir başkası tarafından bu kadar ruhsal olarak etkilenebiliyorlardı, aklım almıyordu. Ben şahsen bir insanın beni bu kadar üzemeyeceğine adım kadar emindim.
Üzücü müzikler dinlemeyi yine de seviyordum. All Too Well şarkısını başa sarıp sarıp dinlesem bile Taylor Swift’in üç aylık ilişkisi yüzünden on dakikalık şarkı çıkarması fikri bana çok ters geliyordu. Başkaları için bu kadar anlamlı gelen sözler bende hiçbir etki uyandırmıyordu.
Kalbinin kırılması ile aşık olmanın birbiri ile içe içe geçen eylemler olduğunu düşünüyordum, hala bunu düşünüyorum. Dolayısıyla kalbimin kırılmasının imkansız olduğunun farkına varınca aslında aşık olmamın da imkansız olduğunu öğrenmiş oldum. Uzun bir süre boyunca bu düşüncelerle hayatıma devam ettim. Aşık olamayacağımı düşünmek beni biraz diğerlerinden dışlanmış hissettirse de çok da umurumda değildi, yapacak daha iyi şeylerim vardı sonuçta.
Bu düşüncelerimi kısmen yıkan biriyle tanıştım. Tamam, belki aşık olmak abartıydı ama hoşlanmam da bir sakınca yoktu, değil mi? İşte ben de bunu yaptım, uzun bir süre bu kişiye karşı duygular besledim içimde. Bir insana aşık olabileceğim ihtimali yine çok uzak geliyordu bana, ama artık o kadar da imkansız değildi. Bu kişiye karşı hislerim on beş yaşında ilk sevgilime karşı hissettiklerimden tamamen farklıydı, çünkü on beş yaşında değildim. Bu seferki farklıydı çünkü geçmişin aksine hoşlandığım kişi ile daha yakından bir bağ kurduğumu hissediyordum. Önceki gibi kafamda kurduğum şeyler yerine gerçekten bu kişiye aşık olmaya başlamıştım, tabii ki bunu kabul etmem kolay olmadı.
Ben hala aşk konusunda hiçbir şeyi yeterince ciddiye almadığım için hislerimi karşı tarafa açıklamam uzun sürmedi. Çok aşıktım ama bu kendimi geleceği olmayan bir şey için heba edeceğim anlamına gelmiyordu, bu kişi de aynı hislere sahipse ilerlerdik, değilse de ben yoluma bakardım. Emin olun bakamazdım ama o an kendimi buna inandırmıştım.
Hislerimiz karşılıklıydı, uzun bir aradan sonra yine sevgilim olmuştu ve bu sefer gerçekten halimden memnundum. İlk defa beni mutlu eden biriyleydim ve ben de onu mutlu etmek için elimden geleni yapacaktım. Yine de garip olan bir durum vardı: Evet, bu kişiye sırılsıklam aşık olduğumdan emindim ama onu kaybetmekten korktuğumu sanmıyordum. Bir insanın, özellikle de değer verdiğim bir insanın, hayatımdan çıkması ihtimalinin beni üzmesini bekliyordum ama düşündüğümde o kadar da üzülürmüşüm gibi gelmiyordu. Şu an dönüp bakınca ne kadar aptal olduğumun farkındayım ama aptallığın komik tarafı da sadece dönüp bakınca anlaşılması ya.
Aptal olduğum ve duygularım yerine mantığımın daha ağır bastığını düşündüğüm için bu kör kütük aşık olduğum kişiyi ilk hatasında hayatımdan silip atmam hiç zor olmadı. Onun yaptığı hata da küçük bir şey değildi, sevgilisinin ona verdiği sırları gidip tüm çevresine anlatması hoş değildi. Bile isteye yaptığı bir şey olmadığının farkındaydım, hatta bu problem konuşulsaydı çok kolay çözülebilirdi aslında ama ben o an kaçmam gerektiğini hissettim. Sorunlardan kaçmak her zaman onlarla yüzleşmekten daha kolaydı ve ben asla bu yoldan şaşmıyordum maalesef.
Ayrıldık, kavga etmedik, arkadaş kalacağımıza bile söz verdik (yersen.) İlk başta beni şaşırtan hiçbir şey hissetmedim. Aşık olduğum birinden ayrılmıştım, tıpkı daha öncesinde de yaptığım gibi ama bu durum beni üzmemişti, hatta rahatlatmıştı.
Bu rahatlılık hali çok kısa sürdü çünkü aradan bir hafta bile geçmeden ben kafayı yemeye başladım. Hayatımın en büyük hatasını yapmış, şahsi mükemmel kişimi kendi ellerimle uzaklaştırmış hissediyordum. Onunla barışmak için canımı bile verirdim.
Acınası bulduğum, rastgele bir adam yüzünden kendilerini paraladıkları için tiksindiğim romantik film baş karakterlerine dönüşmüştüm. Her dinlediğimde içten içe dalga geçtiğim Taylor Swift dünyanın öbür ucundan bana bakıp kahkaha atıyormuş gibi geliyordu. Sanki yazdığı her sözü beni üzmek için yazmıştı.
Her gece salya sümük ağladıktan ve onu her gördüğümde mide bulantısından kusma raddesine geldiğimde aslında kalbimin ne kadar kolay kırılabildiğini anladım. Bütün bunların sorumlusu bir bakımdan bendim, kendimce sebeplerim vardı ama bunlar kendimi suçlamama engel olmuyorlardı.
Sonuç olarak asla tahmin etmediğim şey başıma gelmişti, kalbim paramparçaydı. Bu yazının sonunda barıştığımızı ve şu an çok mutlu olduğumuzu yazmak isterdim ama öyle olmadı, artık bu saatten sonra olacağını da sanmıyorum. Başıma gelenler hiçbir romantik kitap veya filme benzemiyordu çünkü iki başrolün öpüşüp barıştığı üçüncü perde benim senaryomda yazmıyordu. Aylarca ağlayıp kafayı sıyırma işi devam etti ama şu an mutluyum.
Kalp kırıklığı ağzıma sıçtı ama bana önemli şeyler öğretti. Birinin kalbimi kırmasına izin vermem beni güçsüz yapmıyor. Kalbimin kırılmasından korkmama rağmen kendimi ortaya koyabilmem bir cesaret belirtisi, çünkü cesaret korkmamak değil, korkmana rağmen ilerleyebilmektir. Aşk acısının sandığım kadar da olumsuz bir duygu olamadığının farkına vardım çünkü birinin bizim kalbimizi kırabilmesi için bizim o kişiyi gerçekten sevmiş olmamız gerekir, birini sevmiş olmak, sonu nasıl biterse bitsin asla vakit kaybı değil.
Daha önce aşk ve kalp kırıklıklarına karşı büyük bir ön yargım vardı ama şu an bu iki döngünün de hayatımızı güzelleştiren kavramlar olduğunu düşünüyorum. Bazen bir kişi için kendimizi yıpratmak utanç verici veya mantıksız gelebilir ama sadece en derinden sevmiş ve sevilmiş olanlar bu kadar üzülür.
"No matter how much or how often people hurt each other, loving someone is never a waste." -Nana Osaki
çok güzel yazmışsın✨sondaki nana'nın sözü o kadar güzel ve anlamlı ki en sevdiklerimden💖